top of page
Yazarın fotoğrafıAli Önderol

HEDİYE ALMAK YA DA ALMAMAK...


Bilmediğim bir sürü şey var. Sen bilmediğin şeyleri öğrenmek istediğin zaman internet aleminde araştırma yapar mısın? Ben yapmam.

Bilmediğim sürü içerisinde bir hediye meselesi var. Ben hediye almayı bilmiyorum. Arama çubuğuna “Nasıl Hediye Alınır?” sorusunu yazan vardır mutlaka. Ben yazmam.

Bunu yazanların hemen psikolog desteği almaları gerektiğini düşünüyorum.

Psikolog randevu kuyruğunda, bu soruyu çubuğa soran biri ile yan yana düştüm şimdi hayalimde. Adam sadece bunu değil, aklına takılan her şeyi sanalda aradığından ve artık arama çubuğundan kurtulmak istediğinden, hastane koridorundaki çiftli oturma grubunda, yanımda. Bense hediye almayı bilmeyişimin psikolojik bir durumdan kaynaklı olup olmadığını öğrenmek için bekliyorum. Bu durumda benim arama çubuğum tıp okumuş gerçek kişi.

Onun randevusu benden önce. Hemen ardından ben gireceğim. Belki doktor ona, “En son ne aradınız internette?” diye sorar. O da, “Nasıl hediye alınır?” yazdım der. Sonra ben girerim ve doktora, hediye almayı bilmediğimi söylerim. Bence kesin böyle olur. Doktor da bizim onunla dalga geçmek için sözleştiğimizi düşünür ve beni kovar odadan. Adamı kovamaz çünkü o artık çıkıp gitmiştir.

Dünya ne kadar tuhaf bir yer değil mi? Evrim sürecimizde geldiğimiz yere bak! Koridor ve çiftli koltuk… Bekliyoruz adamla. İçeride hasta var. O zaman biz de hastayız ya da içeri girince hasta olacağız. Ben bu hediye işini büyütüyorum galiba. Çıkıp gideyim buradan, zaten beklemeyi de sevmem. Ayrıca hasta olduğumu düşünmüyorum, en azından şimdilik.

Burnuma lavantaya benzer bir çiçek kokusu geliyor. Hastane koridoruna sakinleştirici bir parfüm mü sıkıyorlar acaba havalandırmadan? Yoksa yazı masamın arkasındaki pencereden mi geliyor koku? Adamın kokuyu duyduğuna dair bir belirti yok davranışlarında, öylece oturup bekliyor. Bu durumda koku gerçek olabilir. Lavanta seversin sen değil mi? Ben de severim. Şimdi de, çamaşır suyu almak için gittiğim markette lavanta kokulu temizlik deterjanı da aldığımı hayal ediyorum. Tek kalmış. Tam almak için uzanıyorum ki, inanmayacaksın ama o adam da markete gelmiş ve benden önce davranıp alıyor lavanta kokulu deterjanı. Bu ne yahu!

Acaba psikiyatriden çıktıktan sonra ikimiz de markete mi geldik? Doktor bize lavantalı deterjan almamız konusunda bir telkinde mi bulundu? Sümbüllüsü var, çam kokulu olanı var, niye bunu alıyor ki? Bir şey tek kalınca kendini daha çabuk mu tükettiriyor yoksa? O zaman market raflarında tüm ürünlerden birer tane olurdu. Birisi markete girdiğinde hepsinin tek kaldığını düşünerek tüm ürünleri alırdı. İkinci müşteri için bütün raflar tekrar hazırlanırdı. Alışverişe giden birine , “Ne almaya gidiyorsun?” diye de sorulamazdı. Ama akşam misafir gelecek ve balık yapmayı düşünüyorsan ne olacak? Bir tek balık alındığı için kimin yiyeceğine aramızda kura mı çekerek karar vereceğiz? Aslında hoş olabilir, eğlenceli geldi biraz. “Bu akşam misafirliğe gidiyoruz.” cümlesi de değişecek tabii. Bunun yerine “Bu akşam Zlatan’lara kura çekmeye gidiyoruz” denecek. Zlatan’lardaki kurayı Gregor kazanınca diğerleri ne olacak? Aç mı kalacak? Evet. Ama Gregor’da biraz onur, şahsiyet ya da ruhunda şövalyelik varsa balığı ayıklar ve herkese dağıtır. Ben misafirliğe gitmem daha iyi. Çamaşır suyunu da bırakıp çıkıyorum bu marketten. Sanki başka market yok!

Beklemeyi sen de sevmezsin değil mi? Bekletmeyi bilmeyince beklemeyi biraz daha sevmiyorsun sanki. Demek ki beklenerek yaşanan bir dünyada bekletmemek yanlış bir davranış. Bu durumda ya bekletmeyi ya da beklemeyi öğrenmek gerekiyor. Tabii ki o adam beklemeyi öğrenmek için arama çubuğunu kullanmıştır. Çubuktan gelen cevapsa, "Hissizleşin, burnunuza lavanta kokusu gelse bile kıpırdamayın." Ben bekletmeyi öğrenmeyi seçeceğim inadıma. O adamın yaptığını yapmak istemem.

Buyur buradan yak! Bu sefer de belediye otobüsü şoförü oldum hayalimde. Bir sonraki durakta bekleyen 17 kişiyi, daha da bekletebilmek için sağa çekip durdum. Arkamdaki trafik de tıkanmaya başladı, beklesinler bakalım. Duraktakiler de, trafiktekiler de beklesin. Ancak yanlış giden bir şey var! Ben de bekliyorum. Hani bekleten olacaktım? Beklemeden bekletilmiyor mu yoksa? Buldum! İnip otobüsü itersem beklememiş ama bekletmiş olurum. Gregor’da beliren şahsiyet, onur ve şövalye ruhu bulunmaz hint kumaşı mı? Bir belediye otobüsü şöförü kostümü tasarladığında en itibarsız kumaşı mı kullanırsın? Yapamayacağımı anlıyorum ve otobüsü itmekten vazgeçiyorum. Önce trafiği rahatlatıp sonra da yetişmem lazım bir sonraki durağa, basıyorum gaza. Yol boyu sağlı sollu dizilmiş insanlar beliriyor, hepsi otobüsü alkışlıyorlar. İyi ki otobüsü alkışlıyorlar, ben alkışlanmayı sevmem. Beni alkışlayacaklarına onlar da bekletmemeyi öğrensinler.

Bu alkışlama hareketini de zaptı rapta almak gerekir mi sence? Dünya alkışlama günü belirlense ve milyarlarca insan her yıl tek bir şeyi alkışlasa olmaz mı? “Bu Yıl Dünya, Balığını Ayıklayarak Masasındaki Diğer Kişilerle Paylaşan Gregor’u Alkışlayacak.” manşetleri süslese mecraları mesela. Ben Gregor olsam kaçacak delik ararım, olmadı sığınak inşa ederim. “Dünya, Bu Yıl Alkışlayacağı Gregor’u Arıyor!” Bu manşet daha mı ürkütücü? Alkışlama günü bir anda arama gününe mi dönüşür acaba? “Dünya Her Yılın İkinci Pazar Günü Yeryüzündeki Birini Aramayı Hedefliyor!” Ben eminim ki, bütün Dünya arar ama o adam arama motoru kullanır.

Koridor ve çiftli koltuk. Gözlerimin doktorun kapısına takılmış olduğunu kapı açılınca fark ediyorum. Arama motorcusu o adam dışarı çıkıyor ve çok mutlu görünüyor, ardından da doktorun asistanı çıkıyor, “Doktor Bey birazdan sıradaki hastayı alacak.” diyor. Yahu nasıl hasta olduk ki şimdi? Hasta olup olmadığımıza içeri girince karar verilmeyecek mi? Dışarı çıkan adam cep telefonu ile konuşmaya başlıyor; “Çok rahatladım Rahiya, artık doğum günlerinde sana alabileceğim bir sürü hediye düşünebiliyorum. Hatta kardeşime, kirveme, üçüncü katta oturan fötr şapkalıya, herkese hediye alabilecek bir donanıma eriştim.” Bir serinlik yayılıyor dizlerimden karnıma doğru. Neredeyiz ulan biz! Sanki biraz sonra bir anons duyacak gibiyim; “Hediye almayı bilmeyenler dışında koridorda ve çiftli koltuklarda kimse kalmasın lütfen!” Keşke başka bir şeyi bilmeseydim.

Bilmediklerim kümesine ulaşmaya çalışıyorum, olmuyor. Hediye almayı bilememek dışında başka neyi bilmiyordum, bulamıyorum. Henüz anons edilmemişken danışmaya gidip, “Pardon, benim bilmediğim başka şeyler de var, yine de koridorda beklemem sizce uygun mu?” diye sorsam mı? Bildiğim şeylere odaklanmayı deniyorum. Aklıma x2 + 2xy + y2 = (x + y)2 formülü, balıkyağı hapının kimyasal açılımı, içbükey aynalar, aşil tendonu, diyez ve bemoller, suyun kaldırma kuvveti, atmosfer basıncı, çemberdeki teğetler, dokuma tezgahı, zaman ve uzay, skolastik düşünce, tüm hayvanların kuluçka dönemleri, naylon fatura, virman falan filan geliyor. Üstümü başımı yırtasım var. Sen olsan ne yapardın? Pijamandaki küçük bir deliğe parmağını sokup o deliği biraz daha büyütmek istemez miydin?

İşte, buldum! Sana hediye olarak pijama almaya karar veriyorum. Artık ne koridor tanırım ne de çiftli koltuk! Bir daha da buraya gelirsem tekli koltuk koysunlar lütfen.

Pijamanı güle güle giy, beni hatırlarsın.


Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


bottom of page